Sunday, December 7, 2014

Ekonomi, sanat ve bienal

Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:57



IMF verilerine göre Çin, ekonomik olarak dünyanın en büyüğü sıfatını artık Amerika’nın elinden almış bulunuyor.  Başka bir deyişle; USA, 1872’de İngiltere’den aldığı dünya ekonomisinin lideri koltuğunu, artık Çin’e kaptırmış durumda.  Yine, IMF verilerine göre Çin, 17.61 trilyon dolarlık bir ticari hacimle büyürken, buna karşılık USA 17.4 trilyon dolarlık bir hacimle onun gerisinde kalmış vaziyette.  Aynı veri ve tahminlerine göre, 2019 yılında Çin’in bütçesinin 26.98 trilyon dolarlık rakamlara ulaşılacağı beklenmektedir.

Çin’in, özellikle son beş yıl içindeki büyümesi Asya’nın yüzünü güldürmüş; bu büyümenin kesintisiz ve bu hızla devam etmesi durumunda, 2050 yılında dünya ekonomisinin yüzde ellisini yöneteceği tahminleri konuşulmaya başlanmıştır.  Bu perspektif ile bakan ekonomistler, muhtemel bir Asya yüzyılının eşiğinde olduğumuzu söylemektedirler.

Peki bu değişen ekonomik dünya düzeni ve dengeler, çağdaş sanatın manzarasını nasıl şekillendirmektedir?  Ya da yeni bir sanat üretim dili ile, dünya sanatında yeni bir düzen mi oluşmaktadır?

Aslında son on yıla bakıldığında uluslararası sanat piyasasının başlangıçtan beri hedeflediği, bienaller ve küratörler aracılığı ile dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı; Batılı olanın daha iyi, daha güzel, daha güçlü olduğu felsefesi; değişen ekonomik dengeler ile sorgulanmaya başlanmış; Batılı olmayan ile yeni bir yüzleşme sorunu ortaya çıkmıştır.  Özellikle bienallerde Batılı olmayan sanatçıların baskın bir duruma gelmeleri ile, sosyo-ekonomik değişimin renkleri, galerilerde ya da sergileme mekanlarında da kendini göstermiştir.  Böylece, Batılı organizasyonlar; Batıda, kendi düzenledikleri ve yönettikleri etkinliklerde, Batılı olmayan sanatçıları kabullenmek zorunda kalmışlardır.  Bu kabul, bir ticari mal olarak alınıp satılan sanat ile elde edilen gücün, Batıdan kaymasını da beraberinde getirmiştir.  Sonuçta, Batı tarafından, bienaller ve küratörler ile yönlendirilen küresel sanatın yönünü, ekonomik dengelerdeki değişimle beraber Asya’ya doğru çevirmekte olduğunu yine Batılı eleştirmenler artık açıkça kabul etmektedirler.

Bu yön değişiminin önemli nedenlerinden biri de, kuşkusuz oluşturulan yeni görsel diller aracılığı ile Batılı olmayan sanatçıların kendilerini dünya kültür ağına entegre etmeleridir. Yeni medya ve video, dijital sanat, bilgisayar grafikleri, internet sanatı, enstalasyonlar gibi sanatsal uygulamaların yeni formlar aracılığı ile söylenmesi, Batılı olmayan sanatçıların etkin bir küresel diyalog içine girmelerine neden olmuştur.

Sosyo-ekonomik küresel gelişmeler ile sanatta yeni sorunlar, yeni teoriler ve yeni değerler ortaya çıkmıştır.  Batı penceresinden bakılarak onların cümleleri ile Antik Yunan’a kadar getirilip bırakılan, içine Latince sözcükler serpiştirilip sofistike hava verilmeye çalışılan, “neden sanat” söylemleri artık günümüz sanatçısı için bayat, demode, sıkıcı ve hatta “hikaye” olarak görülül olmuştur.  Günümüzün çok taraflı ve çok kutuplu dünyasında; Aristotales şöyle demişti, mimesis budur hikayeleri; Batı’nın kendi uygarlığını üzerine oturttuğu Yunan yerelinden uluslararası sanatı tariflemeye artık yetmemektedir.

Batı, bu yetersizliğin farkında olup yeni çözümler üretmeye çalışırken, kendini yenileyemeyenlerin körlükleri; değil sanat üzerinden, eski hikayeler üzerinden rol çalarak “belleme” yapmalarından başka bir şey değildir.

Batılı olmayan sanatın önlenemeyen yükselişini bu kör taklitçilerin fark etmesini beklemek çok da gerekli değil zaten.  Çünkü, küresel ekonomideki süper güçlerin denge kayması ile kendine yeni bir yön çizen sanat, Yunan uygarlığının kendini var etmek için devşirdiği, Asya’daki daha eski uygarlıkların sanatı ile yeniden yüz yüze geliyor.

Batının fark ettiği Asya Sanatındaki büyük patlama, öncülüğünü Çin ve Hindistan’ın yaptığı ekonomik büyüme ile paralellik gösteriyor.  Böyle bir tespit cümlesinin sonrasında Asya’nın ekonomik olarak en yoksul ülkelerinden biri olan Bangladesh’in, ilkini 1981’de gerçekleştirdikleri, onaltıncısını da yedi gün önce açtıkları Asya Sanat Bienali’ni farklı bir yere koymak lazım diye düşünüyorum.

Tanık olduğum üzere; oradaki büyük sorunlar, daha büyük kararlılıklarla çözülüyor!  Özellikle Asya ve Pasifik ülkeleri bu çözümlere saygı duydukları için olsa gerek, Asya Sanat Bienali’ne büyük destek veriyorlar.

Tanıklığım; 2010, 2012 ve 2014 bienallerini kapsadığı için, ekonomik, sosyal ve sanatsal değişimin bu süreç içinde hangi boyutta seyrettiğini görmekten, o güzel insanlar adına mutlu olduğumu söylemek isterim.  Bu değişimin, onları yakın gelecekte küresel sanat konusunda daha da iyi yerlere getireceğine inanıyorum.

Türk sanatı adına önemli bir görev üstlenerek, Asya Sanat Bienali’ne jüri üyesi olarak seçildiğimi daha önce yazmıştım.  Bu nedenle bu yılki bienale çalışmalarımla katılamadım. Ancak, Düzce Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Yıldız Doyran’ın büyük boy iki akrilik çalışması, Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Öğretim Görevlisi Evrim Ergün’ün dört dakikalık yeni medya çalışması ve Mustafa Hastürk’ün üç parçalık resim/enstalasyonunu oraya götürmüş olmaktan ve çalışmaların çektikleri yoğun ilgiden, duyduğum memnuniyetimi buradan paylaşmak isterim.  Arkadaşlarımı kutlarım, keşke daha çok çalışma götürebilseydim.

Sanatın küresel olarak sosyo-ekonomik boyutunu tartışırken, Asya Sanat Bienali üzerine yazmaktan biraz uzaklaştım, farkındayım.   O nedenle, önümüzdeki hafta jüri, ödüller ve genel olarak yaşadıklarımı kapsayan bir yazıyı okumanıza sunmayı planlıyorum.

Bu arada; Lefkoşa’da, İsmet V. Günay sergi salonunda Nilüfer İnandım, Elena Constantinou ve Hasan Zeybek’in “Afrodit’in Üç Tezahürü” başlıklı sergileri; yeni medya, resim ve enstalasyon zenginliği ile görülmeye değer.

Eğitim alın, yenilenin, sanata yakın kalın…

No comments:

Post a Comment