Sunday, June 22, 2014

Galeri, sanatçı, söyleşi

Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:32
22 Haziran 2014, Pazar, Lefkoşa

YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!

Geçen hafta uçmak için havaalanına gittiğimde güvenlik gereği ceplerimi boşaltmam lazım geldi, ben de soruları orada bıraktım!  Yok hemen öyle adaya dönünce soru paketini açıp yeniden bellek zorlaması yapmak niyetinde değilim.  O nedenle bugün; sizlerle yalnızca sanatı paylaşmak istiyorum!

Yakın Doğu Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesini kurarken; o günün başvuru koşulları arasında, kadroda yer alacak öğretim üyelerinden taahhütname almam gerekiyordu.  (Kurucu kadroda yer alabilmek için en az Yrd.Doç. olmak zorunluluktu, bu koşul halen geçerlidir!)  Diğer türlü Fakültenin kuruluşunu gerçekleştirmem mümkün değildi.  YÖK ile Beytepe arasındaki yolları ezbere bilirim.   Şimdi de Ankara’nın yolları buluttan… Sağ olsunlar o gün “resmen” yanımda olanların hemen hepsi, bugün hala yanımdalar.

Ankara’yı her ziyaretimde mümkün kılıp, bir sergiye uğramaya çalışırım. Bu sefer Cinnah caddesi üzerinde Bâlâ Atalay tarafından 2005’te kurulan Atlas Sanat Galerisi'ne davet edildim.  Atlas Sanat Galerisi; resim, heykel, video sanatı, dijital sanat, seramik ve enstalasyon gibi sanatın farklı disiplinlerinden iyi örneklerin izleyicilerle buluşturulmasını amaçlayarak kurulmuş ve bunu başarıyla sürdüren bir galeri.  Galerinin sitesinde verilen bilgiye göre; mekan olarak seçilen Cinnah 19 apartmanı, Mimar Nejat Ersin tarafından 1950'lerin sonunda tasarlanmış olup; sivil mimarlık yapıtlarının önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir.  Benim de iki kişisel dijital resim sergisi açtığım galeri, geometrik tasarımıyla ilgi çeken binanın modern görünümünü destekleyecek şekilde tasarlanmıştır. İç düzenlemede geniş bir sergileme salonunun yanı sıra, iki küçük sergi salonu, koleksiyon odaları ve servis mekanlarıyla modern bir galeri hizmeti sunmaktadır.

Bâlâ Atalay’ın her zamanki gibi zarif ev sahipliğinde gezdiğim sergi; YDÜ.GSTF’nın kurucu kadrosunda izinle yer alan ve halen Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde görevini sürdüren, Mustafa Salim Aktuğ’un “Böyle Bir Şey" sergisi idi!

Okumakta olduğunuz bu makaleyi yazmadan önce, bir akademisyen olarak hemen kişisel arşivime baktım.  Çünkü; Radikal gazetesinde Mustafa Salim Aktuğ’un bir sergisi hakkında “çizgi ile ışığın işbirliği” başlıklı bir makalemin yayınlandığını biliyordum.  Yayın tarihinden (7 ocak 1998) şimdiye yaklaşık onaltı yıl geçmiş olduğunu gösteriyordu gazete küpürü!  Geçen zaman içinde arşivden nostaljik bir yolculuğa çıkmadan; sadece ne yazdığımı merakla ve yeniden okuyunca “keyif aldığımı” size özetleyebilirim.

Bu nedenle; izninizle birkaç alıntıyı bugünkü yorumlarımla size getirmek isterim:   “İnsanın, tarih boyunca pek çok doğal oluşumla birlikte ışık ve hareketten de etkilendiği kuşku götürmez.  Bu etkilenmede insanı, ışığın ve hareketin yasalarını ve kullanımlarını bulma ve sanat eserlerinde betimleme çabası içinde de görürüz.”  Şimdi de rahatlıkla ve tanıklıkla söyleyebilirim ki; Mustafa Salim Aktuğ’un kendine özgü sanatsal dili işte tam da bu sanatsal çabanın sonucu.  “Renk ve ışık, maddenin biçimsel görüntüsünü gerçeğinden oldukça farklı bir şekilde oluşturuyor.  Buna doğadan beslenmenin resimlerdeki yansımaları denilebilir.  Yağlıboya fırçasının sağladığı olanak, boyanın yumuşak biçimlendirilmesi, ışığı bazen emip bazen yansıtarak ‘horon tepen uşakların dizgiselliğinde’ dans ettiriyor tuvalde.  Yalnız bu dizgisellikte ışığın ve çizginin ustalıkla kontrol edildiği hemen hissediliyor.”  Yineleyerek, Mustafa Salim Aktuğ’un resimlerinde süregelen ustalığın arkasındaki felsefeyi ve imrenilen başarıyı tanımlamaya çalışmışım.  Bu arada, o gün için; ince ince göndermelerim de olmuş!  Bugünkü açıklaması ile: teknikte öykünmeci, çözümde beceriksiz, siyaseten hain ve kimlikte kaypak betimlemecilere inat  “duygu ve anlam slogancılığından kaçınıyor” demişim.

Dünkü yazının yeteri ile, bugünkü serginin basın bültenindeki açıklamasına dönelim:   “Yaşamın her alanından etkilenerek çoğunlukla düşey-yatay ve diyagonal fırça tuşlarıyla kurguladığı soyut resimleriyle tanınan Aktuğ, iki yıl önce açılan geniş kapsamlı retrospektif sergisinden sonra gerçekleştirdiği çalışmalarını, 'Böyle Bir Şey' başlığı altında topladı. Atlas Sanat Galerisi'nde düzenlediği 'Meditasyon' sergisinde çok renklilik içinde derinlik arayışlarını bu sergisinde neredeyse tek renk uygulamalarıyla sonuçlandırdı. Monochrome-tek renk ya da o rengin tonları kullanılarak farklı derinlik, ritm ve renk enerjileri üzerinde yoğunlaştı. Tek rengin değerleriyle resim yüzeyinde ince bir duyarlılık ve sonsuzluk etkisini mümkün kılan sanatçı, iç dünyasında yer alan varlıklarla ilgili kavramların soyut aktarımlarına uzandı.”

Mustafa Salim Aktuğ ile  Bâlâ Atalay’ın “Böyle Bir Şey” hakkında Radikal gazetesinde yayınlanan söyleşilerinden bir kesiti; müdahil olmadan ve onlara teşekkürle sizinle paylaşmak istedim:
Yaklaşık otuz yıldır resimlerinde soyut anlatım tarzını sürdüren Mustafa Salim Aktuğ’a, Bâlâ Atalay “Böyle Bir Şey” hakkında sormuş.  Cevap:  “Her sanatçının kafasında yoğurduğu, her zaman haşır neşir olduğu konuları vardır. Benim söylemim soyut aktarımlar içerdiği için genel başlıkları tercih ediyorum. Yani bir başlangıç olsun, bir sebep olsun ki sonuca varayım. İnsanlarına yeni ve farklı dünyalar olasılıklar sunalım. Yaşadığım çağın girift, karmaşık yapısına karşı soyut bir söylemi ifade eden çalışmaları imliyor, bu başlık. Tek rengin tonlarıyla bir araya gelse de  acı, huzur, mutluluk, kırılganlık gibi insana ait duygulanımları içeren bu seriyi izleyen kişinin, kendi iç sesinde bulmasını istediğim karşılığı anlatıyor. İnce bir duyarlıkla örülmüş, sonsuz bir renk algısının yaşanması gibi. İşte yeşil, "böyle bir şey", kimi için arsenik, dezenfekten kimi için de güven, huzur, iyileştirici, yeni bir yaşam ve enerji.”

Söyleşide serginin çıkış noktası da irdeleniyor elbet. Cevap: “İki sene önce bu resimleri oluşturma kararı aldım. Daha önce yaptığım tek renkli resimler bu serinin oluşumunu hazırladı. Bunlardan, Zonguldak Kozlu  Maden Ocağı'nda, 3 Mart  1992'de  grizu patlaması sonucu ölen 263 madenci için yaptığım "Maden İşçilerine Ağıt " adlı çalışmam üst  üste sürülerek oluşturulmuş siyah boyanın katılaşmış görünümünü sunar. Katalogun giriş yazısında bu resme referans verildi. Son sergimi açtıktan bir hafta sonra bu kez, 13 Mayıs'ta Soma faciasıyla karşılaştık. Acıklı bir olayı yeniden yaşadık, farklı bir boyutuyla. Ardından gezi olaylarının yıldönümü, ölen bir sürü can. Sonuçta sığınılan kara bir kader. Doğa olayları, felaketleri karşısında çaresiz kaldığımız yetmezmiş gibi, bir de kendimizin yarattığı felaketlerle karşı karşıya kalıyoruz. Toplumda bu olaylara algı ve tepkiler hep farklı farklı olmakta, kimi sosyal paylaşım sitelerinde profil resimlerini siyaha döndürdü, kimi yardım kampanyası, başlattı, kimi takdiri ilahi diyerek dua etti. Hükümetimiz de TOKİ'yle '301 evleri' yapmaya karar verdi. Sorunun özü ve insanın insanca yaşama hakkı ve şartları, bunun üzerinde durulmalı. Ben ressam olarak bu durumu içimize derinlemesine işleyen siyah resimlerimde görselleştirdim. Olay belleklere kazınsın diye, 1993'de yaptığım resmimin arkasına, şair Metin Altınok'un şu dizelerini yazmıştım. "Bağırsan neye yarar nasılsa duymazlar/Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm/İçimde cesetler ve daha ölmemişler var".  İşte sanatçı duyarlığı böyle bir şey.  Büyük yıkımlara, büyük tahammüllere katlanıp oradan yeni hayatlar çıkarmak.”

-Biçimi yok eden bir tavırla simgesel olarak rengi kullanıyorsunuz o zaman.
Tamamen öyle. Dramatik etkiyi anlatmak için renkler ve varyasyonlar önemli. Siyahla acıyı, karamsarlığı verebiliriz. Fakat bu etkiyi sarı, mavi, kırmızıyla da verebiliriz. Burada sanatçının yorumu öne çıkar. Aynı zamanda bu renklerin şiddetini ve ışığını artırarak mutluluğu da yansıtabilirsiniz. Duyumsama ve duyumsatma benim işimin özü.

Serginiz geniş bir  spektrumu içerse de sayısal olarak yeşiller öne çıkıyor. Burada bir dayatma söz konusu olabilir mi?
Yeşili, bu çoklukta mistik dünya arayışı olarak bir sığınak olarak kullandım.  Doğduğum ve ilk gençlik yıllarımı yaşadığım Karadeniz coğrafyası kişiliğimin oluşumu, yeşilin bin bir çeşidiyle belirledi diyebilirim.  Her ressamın kendine has rahat kullandığı renkler vardır.  Benim renk paletim çok renkliliği zorlar ve bir çok rengi rahatlıkla kullanırım.  Yeşil bunlardan en başta geleni.  İslam'da kutsal bir renk.  Vaat edilen Cenneti simgeler.  Ben bu yeşil resimleri İstanbul'da Gezi Parkı olaylarının ardından yaptım.  İnsanların rahatça paylaşacağı ve yaşayacağı temiz oksijen alacağı bir dünyaya ihtiyaç olduğu için.  Endüstri çağının sürüklenmesiyle insanların mekanları yapay elemanlarla doldurup, bunalmalarına çözüm önerisi olarak doğayı korumaya dikkat çekmek için.  İnsanın insanca yaşayacağı çevre, makineler ve binalar kadar önemli olduğu için.  İnsanlık alemi çevresel bu durumları, savaşları yaşadıkça sanat eserlerinde bu okumalarla hep karşılaşacağız.  Sonuç olarak insanlığın, doğanın, çiçeklerin bütün renklerine bir selam olarak görelim derim, bu resimleri.”

Doğaya ve sanata yakın kalmanız dileğimle.