Sunday, January 25, 2015

Gülümseyen ay, müze

Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:64



Gerekçe ve zamanlamasına koşturulabilecek polemikleri umursamadan; sanat ve sanatçı için, dünyanın her coğrafyasında ve her zaman önemli bir konu olarak, yapıtın resmileşmesinin en önemli taşıyıcısı olan müzeler hakkında, güncel bir yazının gerekliliği ile başlayalım bu haftaya.

Bu köşede müze içerikli veya müze değinmeli birkaç yazım oldu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde şu sıralar nabzı yükselme seyri izleyen siyasi gündemin aralığından, müze konusunda kendine söz hakkı doğan sanat ve sanatçıların yeniden heyecanlanmalarına tanık olmak, tarihi ve bir o kadar da güzel bir duygu…  Bu duyguyu; ay’ın gülümse görüntüsü ile, müzeye ilişkin yanıtlanması gerekli pek çok sorudan önce, size getirdim!

Kaynaklara göre; müze sözcüğünün etimolojik temelinde Yunanca “ilham perilerinin evi” anlamına gelen “mousa” vardır.  Mousa ise, “mouseion” kelimesinden türemiştir.  Müze, bir düşünce olarak insanların güzel sanatlara olan merakı ve eser biriktirme eğiliminden doğmuştur denilebilir.  Aynı kaynakların tanımlarına göre müzeler; kültürel değer taşıyan unsurları korumak, incelemek, değerlendirmek, özellikle halkın beğenisinin yükseltilmesi ve eğitimi için yapıt sergilemek amacıyla kamu yararına çalışan kurumlardır. Bu tanıma, genel anlamda “müzeler, bilim, kültür, teknoloji ve güzel sanatlarla ilgili yer üstünde, yer altında ve su altındaki tüm taşınır ve taşınmaz belgeler olarak nitelenen kültür varlıklarını saptayan, açığa çıkaran, inceleyen ve değerlendiren, aynı zamanda onları koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, çalışmaların bilimsel sonuçlarını yayımlayan kurumlardır” açıklaması epeyce daha yararlı olacaktır kanısındayım.

Geçmişin aydınlanmasına ev sahipliği yapan müzeler; yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar, eski eserlerin toplanmasına, korunmasına ve sergilenmesine hizmet ederken, bu dönemden sonra yeni bir yaklaşımla ele alınmaya başlanır. Kültürel çeşitliliğin ve toplumsal belleğin izleyicisine daha iyi aktarılabilmesine olanak sağlayan yöntemlerinin kullanılmasıyla, müzelere olan ilgi de artmaya başlar.  Böylece; kent müzesi, modern sanatlar müzesi, araba müzesi, denizcilik müzesi, özel müzeler gibi müzeler ortaya çıkmaya başlar.

Müzeler; toplama, belgeleme (arşivleme), koruma (bakım-onarım), sergileme ve eğitim işlevleri açısından değerlendirilebilirler.  Hatta, gelişen teknolojiye koşut olarak, kaybolmaya meyilli geleneksel kültürü, yabancı kültür şoklarından korumaya da yardımcı olurlar.

Müzelerin gerekliliğine ilişkin söylenebilecekler ise şöyle sıralanabilir: Sanatsal değerlere ulaşmanın yollarını öğrenen birey, sanatı eleştirel bir gözle algılayıp değerlendirirken süreç içinde sanat eserlerini değersiz olandan ayırmayı da öğrenir. Bunu yaparken gerçek yapıtla buluşma, onu tanıma, ilgisini artırma sonucu müzelere gitme isteği ve alışkanlığı kazanır.  Bundan çıkarımla da; geçmişten günümüze ulaşan kültürel ve sanatsal değerlerin sergilendiği müzeler, aynı zamanda tarih ve kültür bilincinin oluşması için de gereklidirler.

Müzeler, çok sayıda sanat yapıtı görme, tanıma, ondan sanatsal haz duyma, onu doğru algılama imkanı sağladığı gibi insanların yeni değerler yaratma yetilerini de geliştirir. Müzeler, bir ulusun kimliği olma misyonunu taşımasının yanı sıra aynı zamanda uygarlıkları bize bırakan insanların davranışlarının, yaşam tarzlarının korunduğu ve bu mirasın geleceğe taşındığı mekanlardır. Geleceği görebilmek için geçmişi bilmek, bir başka deyişle yarınları sadece bugünün değil, geçmişin üzerine de inşa etmek gerekir ki, bu da tarihi yaşatan ve unutturmayan müzelerle sağlanabilir.  Toplumu oluşturan bireylerin, geçmişi daha iyi tanımalarına olanak sağlar. Burada parantez içine alarak; siyasi arenanın bugünlerdeki modası “yüzleşme” polemiklerinin toplumun sadece “kanayan tarafıyla” sınırlı tutulmasının manidar olduğunu düşündüğümü belirteyim.  Tarihi unutturarak, geçmiş ve gelecek arasında yaratılmak istenen kimliksizlik ile, kayıp bir güruh oluşturmak mıdır hedef acaba?

Gelişmiş toplumlarda geleneklere, kültüre ve sanata kimlerin nasıl sahip çıktıklarını küçük araştırmalarla öğrenebiliriz.  Aydınlar, sanatçılar, sanatseverler, üniversiteler, devlet, özel şirketler ve sivil toplum örgütlerinin kendi özel çabaları ile bir şeyler yapmaya çalıştıklarını rahatlıkla görebiliriz.  Örneğin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclis Başkanı Dr. Sibel Siber’in, bugünlerde Çağdaş Sanatlar Müzesi kurulmasına ilişkin çabalarını; sanatın üretim ve eğitim süreçlerini yaşayan birisi olarak takdirle karşıladığımı belirmek isterim.

Çünkü; Sicilya ve Sardinya'dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs’ta; yaklaşık 9.000 yıllık zengin bir tarih ve uygarlıkların izleri üzerine oturmuş KKTC’de bir Çağdaş Sanatlar Müzesinin olmayışı ortak kabul ile büyük bir eksikliktir.

Kıbrıs’taki ilk müzenin Güney Lefkoşa’da, 1910 yılında Kraliçe Victoria adına açılan Victoria Müzesi olduğu bilinmektedir. Kaynaklar; Kıbrıslı Türklerin ilk müzesi olarak, 1963 tarihinde etnografya müzesine dönüştürülen Mevlevi Tekkesi’ni işaret etmektedirler.

Açılmış ve açılacak üniversiteleri ile KKTC’nin müzeler konusunda da büyük bir şansın sahibi olduğuna inanmaktayım.  Yalnızca bilimin ve teknolojinin değil, aynı zamanda sanatın ve kültürün de araştırıldığı, korunduğu ve geliştirildiği yerler olması nedeni ile üniversitelere, topluma önderlik etmeleri bakımından önemli görevler düşmektedir.  Dünyaca ünlü üniversitelerde müzeler, bu amaçla vardır.  Üniversitelerarası “ranking” listelerinde, hep ilk sıralarda yer alan Oxford Üniversitesi'ne bağlı Ashmolean Müzesinin 1683'te, Harvard Üniversitesi Fogg Müzesinin ise 1895'te kurulmuş olduğunu hatırlatmak isterim.  Buradan kanımca şöyle bir sonuca varabiliriz: üniversitelerde sanat, teknoloji ve bilimin birlikteliği, yüzyıllardan beri iç içe ve süregelmektedir.  KKTC’deki sanatçıların sancısı ve tepkisi, belki de bu iç içeliğin farkına hala varılmamış olmasınadır.

KKTC’de basına yeterince yansımasa da, “fark edilen sanat” adına çok güzel gelişmeler de yaşanmaktadır.

Yakın Doğu Üniversitesinde Kurucu Rektör Dr. Suat İ. Günsel’in himayelerinde 18 Kasım 2014’de kurulduğu açıklanan ve kısa bir süre sonra ziyaretçi kabul etmeye başlayacak olan YDÜ Sanat Müzesi, çok önemli bir açığın kapatılması açısından tarihteki yerini almıştır.  YDÜ Sanat Müzesi, KKTC’deki üniversiteler içinde, geçmişin ve günümüzün sanatsal birikimine sahip; resim, heykel, fotoğraf, grafik sanatlar, video, yeni medya gibi görsel sanatlara ait eserleri sergileyecek kimliği ile, plastik sanatlar kapsamına uygun KKTC’deki ilk üniversite müzesi olma özelliğini de taşıyacaktır.

Bu açıklamalar ışığında ve sonuç olarak müzeler; toplumların geçmiş ve gelecekleri arasında köprü görevi görürler.  Toplumların kültürel anlamda gelişimini ve bakış açılarını etkilerler.  Bulundukları kentlerin merkez noktaları, marka değerleridirler.

Sanata değer veren, müzeleri kuran ve kurmaya çalışanlara selam olsun. Ay gülümsesin!

Eğitim alın, sanata yakın kalın…