Sunday, November 1, 2015

Mimarlık ve eğitim, sanat

Kıbrıs Postası, sayfa:29, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:104



Bugünden tam otuziki yıl önce lisans öğrenimimi tamamlayıp ayrıldığım baba ocağında, sahne tozu yuttuğum salonda haftaya bir konuşma yapacağım. Kaç gündür düşünüyorum, araya giren yıllar “sanat eğitimi” için epey “şey” söyleyecek kadar verimli geçmiş, bardağı değişik akademik düzeylerde epeyce doldurmuşum ve dolmuşum: Bu benim durumum.  Ancak; Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra devletin bir politika olarak izlediği; “eğitim aracılığıyla Anadolu’ya sahip çıkma ve Anadolu’yu aydınlatma” stratejisinin ne kadar doğru olduğunun bugün bir kere daha altını çizmek istiyorum.

Dünyada bir ilk olarak uygulanan Köy Enstitüleri kalkınma projesinin; kimler tarafından, nasıl ve neden durdurulduğu artık belgeleriyle ve sonuçlarıyla bilinmektedir.  Anadolu’ya çivi çakmamış Osmanlı hayranlığı modası da, bu geri dönüşün, Anadolu’yu geri bırakma, kalkındırmama çabalarının, kamufle dahi edilmemiş bir dışavurumudur denilebilir mi acaba?  Cumhuriyeti sindiremeyenlerin, kin, nefret ve kanla beslenenlerin kimler için çalıştıklarını görmek istemeyenlerin bir zamanların Osmanlı coğrafyasına şöyle bir bakması yeterli olacaktır. Arap Baharı maskesi ile demokrasi yalanının batağına dönüşmüş özellikle Libya, Tunus, Irak ve Suriye örnekleri artık tartışılmıyor.  Oralarda Müslümanlar öldürülürken burada bahar havası estirenler; tam da vakıf olamadıkları BOP’un paralı kalemşorları, şimdi “biz kandırıldık” diyorlar… Proje amacına doğru ilerliyor, artık kim takar. Oralarda patlayan bombaların dumanı hala tüterken yok sayılanlar, kendilerini Ankara Garında yüzden fazla cana kıyarak gösterdiler… İki haftada bilim alanında bir Türk’ün Nobel ödülü aldığını unuttuk, kimler hatırlıyor Arap baharını, o “Müslüman kardeşime” ne oldu? Ayrıca şunu da hatırlamakta yarar var ey halkım; bugünkü idareciler koltuklarına gökten zembille inmediler...

Yukarıda baba ocağı dedim, Anadolu aydınlanmasında çok büyük bir yere sahip olan, mezunlarının Anadolu’da onlarca üniversite kurduğu; ben büyük bir heyecanla kayıt olduğumda adı Gazi Eğitim Enstitüsü olan kurumdur sözünü ettiğim.  1926 yılında bizzat Atatürk’ün talebi ile kurulan, 1982’de YÖK yasası ile adı Gazi Üniversitesine dönüştürülen kuruluş tarihi olarak da 1982 gösterilen kurumdan bahsediyorum. Şimdilerde ise uygulanan devşirme müfredatlar ve mezunların yetiştirilme amaçlarının artık çok farklı olduğunu düşündüğüm baba ocağında, Gazi Üniversitesinde haftaya davetli olarak bir konuşma yapacağım! Mimar Kemalettin’in yaptığı, bizim sınıflarında yetiştiğimiz ve bugün Rektörlük olarak kullanılan binanın salonunda konuşacağım bir kez daha!

Mimar deyince:

Cuma günü (iki gün önce) KTMMOB Mimarlar Odası’nın düzenlediği “Mimarlık ve Eğitim Kurultayı IV, Mimarlık ve Eğitim Nereye?” kurultayına katıldım.

Sondan başlayayım; konuk konuşmacı Okan Üniversitesinden Prof.Dr. Nur Esin’in sunumu son beş yılda dinlediğim belki de en iyi sunumdu. Popüler bilimin yayınlanmış illüstrasyonlarını belgesel merakı ile birleştirmiş ve kendi düşünsel çözümleri ile harmanlayarak bize sunmasını çok etkileyici ve bir o kadar da başarılı buldum. Umarım o sunumu öğrencilerimiz için tekrarlatabiliriz!

Prof.Dr. Esin’in, özgeçmişini akademik indekslere göre puanlama sıralamasında değil de, yılları hayatının akışı içindeki renkler olarak ekrana getirmesi, samimiyetini ve hayatıyla barışıklığını yansıtan, deneyim ve ders dolu son bir nokta idi.

Kurultay için hazırlanmış her konuşma güzel ve etkileyici idi… TMMOB Mimarlar Odası Temsilcisi Ali Ekinci’nin konuşmasındaki; bugün yapılacak TBMM Milletvekili seçimleri ve sosyal duruma yönelik kısım, oldukça dikkat çekiciydi.

İlk konuşmacı KTMMOB Mimarlar Odası Eğitim Kurultayı Başkanı Fevzi Özersay’ın konuşmasının başlarında; bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üzerindeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kuran Michel Foucault’un "Delilik ve Medeniyet" (Folie et déraison, Histoire de la folie à l'âge classique) kitabındaki tezini, konuşmasına esas alması oldukça düşündürücüydü...

Özetlersek Fevzi Özersay, çok uygun bir tartışma üslubu kullanarak delilik ile mimarlık arasında bağlantı kurdu. Mimarlığın, sanatın çatısı altında tasnif edilmesi, gülüşmelere neden olan bu yaklaşımı pek de yadırgatmadı kimseye diyebiliriz!

Orada olduğum süre içinde dikkatimi çeken bir soruya cevap da buldum: Mimarlar odası KKTC’de Mimarlık fakülteleri veya bölümleri olan üniversiteleri kurultaya davet etmiş.  Onların belli konuları çalışma gruplarına ayrılarak birlikte tartışabilecekleri güzel bir ortam ve mekan hazırlamış. Bu anlamda oldukça önemli ve başarılı bir girişimin planlı olarak sonuca dönüşmesine olanak sağlamış... Elbette KTMMOB Mimarlar Odası Başkanı Azmi Öğe başta olmak üzere emeği geçen herkesi kutluyorum.

Alandan olmayanlar için; şunu da açıklamakta yarar var: Lisansını tamamlayan her mimar, projeye imza atabilmek için Mimarlar odasına kayıtlı olmak zorunda!  Dolayısı ile, Mimarlar Odası da kayıt için kendisine başvuran her adayın yeterliliğini sorgulama hakkına sahip!

Yenileri beğenmeyen eskilere göre, mimarlık eğitiminde sürmekte olan kalite erozyonunu tartışmak için gerek duyulan bu kurultay, akademinin kendini sorguladığı, kendiyle yüzleştiği bir etkinlik olarak çok önemli bir misyonu yerine getirdi inancını taşımaktayım. Aynı denizin balıkları, kirlilik nedeniyle suçu diğerlerinin üzerine atma yarışında iken, başka bir deyişle; kalite erozyonu nedeniyle kurumlar birbirini suçlarken, temsilcilerinin aynı masada buluşmaları çok önemliydi.  KTMMOB Mimarlar Odası sadece bu nedenle bile teşekkürü hak etti.

Yakın Doğu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Fakülte Koordinatörü ve aynı zamanda Kurultay Yürütücüsü olarak görev alan Dr. Kozan Uzunoğlu başta olmak üzere; dekanından bölüm başkanlarına, hocalarından asistanlarına, öğrencilerine kadar kalabalık bir grupla Atatürk Kültür Merkezinde idik. Çabalayan, kurumsal olarak bize artı katan, temsiliyette başarı gösteren herkesle gurur duydum, orada olmaktan keyif aldım.

Bir de; Yakın Doğu Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinden Öğrt.Görv. Gökhan Okur’un Girne, Art Rooms’da “görsel notlar” adlı ilk kişisel sergisi açıldı. O sergiyi izlemekten de keyif aldım.  Sergiye ilişkin; yıllardan beri o galeriyi ayakta tutmaya çalışan Oya Silbery’nin yazısını kendi izni ve teşekkürlerimle paylaşıyorum:

“Baba Gökhan oğluna masal okur gecesi iyi, rüyası tatlı olsun diye. Masal doğası  gereği gerçek üstü bir boyuta taşır dinleyenin/okuyanın imgelemini. Bazı masallar vardır algıladığımızı düşündüklerimizden çok daha derin anlamlar barındırdıklarını sezdirir.

‘Görsel Notlar’ sergisi, Gökhan Okur’un Küçük Kara Balık masalından esinlenerek 2004-2015 yılları arasında hazırladığı çalışmalardan bir seçkiyi kapsıyor. Bireyler ve toplumlar olarak üzerimizde oluşturulan baskı, uygulanan şiddet ve yaratılan korkular aracılığıyla demokratik haklarımızın gasp edilmeye çalışıldığı bir dönemde Samed Behrengi’nin güncelliğini koruyan bu ünlü hikayesini, Okur çalışmalarında canlandırmıştır.

Okur’un yalın bir o kadar da güçlü çalışmaları, küçük bir balığın yosunların ardındaki ayı görebilme arzusuna ve bilinmeyene doğru çıktığı kendini keşfetme yolculuğundaki macera dolu deneyimlerin ardındakilere dikkat çekmektedir.”

TBMM Milletvekili seçimleri, Türkiye Cumhuriyeti için ben oyumu kullandım!

Cumhuriyete ve sanata yakın kalın…